17 Ocak 2012 Salı

kaç kişiydik

Kaç kişiydik, şimdi pek hatırlamıyorum
Bir pazartesiyi uzun uzun konuştuk
Yüz librelik bir denizi oracıkta tükettik
Gözleri kör bir balık yanımızdan geçti
Bir kızkuşu omuzlarımızın üstünden
Öyle bir vakitti ki, bir menekşe bize indi
Akşama benzemeyen bir akşam yaptı
Söylendi gitti

Ve bahri muhitte yolcusuz bir geminin
Dumanı ve kendisi olmayan bir geminin
Sarsıntısı dünyayı işledi
Çekti çevirdi
Sıcağı sıcağına bir şiir okundu, hepimiz dinledik
İçinde “park yapılmaz1 levhası olan bir şiirdi
İyiydi
Oysa biz birkaç bin otomobili hemen park ettik
En çok sevdiğimiz şey nedense
Bir sözcüğün bir iki yıl önceki anlamı oldu
Diyelim filbahriyse o sözcük, eskiden tomurcuktu
Ve soruldu
O zaman ki biz neydik
Yılgınlıktan çekilmiş siprivri bir bıçak gibiydik
Öyleydik
Öyleydi sevgililik.

Dönelim
Şu içki çok kötü şey değil mi
Sözgelimi bir Antalya’yı öpmenin çok yakınından geçer de ondan mı
Ondan mı
Yani bir papağanda, bir atmacada
Gözyaşı var mı
Neye benzer ki içki
Pazarları evinden çıkmayan bir kır terzisine mi
Benzer mi

Bir semt bakkalının geometrik rüyasına da
Tuz paketlerine ve fay kutularına
Ve uçan balonlara
Gömleği sayısız pembeleşen
Gömlekleri sayısız pembeleşen
Yol kenarında toplanmış bir kalabalığa
Ve kalabalığın bitmez tükenmez merakına
Bilmem ki, belki
Ölümü yağmurlu bir güne rastlayan
Yıllar yılı suyu tutmasını öğrenemeyen bir şizofrene mi, neye
Ve neye

Gidelim
Kanya’da, Tuz Gölü’nde
Gözleri yanmış bir balık
Taş kesilmiş bir balık
Yani gümüş tepsisinde kahvaltı eden bir bey oğlu bey
Her şeyden önce gözgöze gelmemeye alışık
Ve hayret etmeye iyice
Bu dünyada ne kadar da az insan var diye
Sabahlığı üstünde, ayakları çıplak
Şişmiş gözaltları
Uykudan
Uşak onu görüyor, o uşağı görmese de
Ve düşünüyor uşak
Neden böyle birkaç kişi yaşıyor bizim köyde
Tabii bizi saymazsak
Sayarsak epeyce varız

Uşak düşünedursun, Rize’den çay getiren bir kamyon
Zigana dağlarını yanladı fiyakayla
Zigana dağlarının uzak gölgesi
Aktı bir su gibi kursağına
Ve şoför Sahil bir otobüsü daha solladı
Yaktı bir cıgara daha
Meğer ki öksürüğü İstanbul’dan duyula
Ufacık bir gecekondudan
Bir kadın tarafından, adı Zeynep de olabilir Nazlı da
Ama ne bilsin ki kadın
Bafra dolaylarından geçerken uçacağını
Kızılırmağa Salihin
Evladım, daha yirmi iki yaşında
Uyur şimdi bütün uykularını
Kamyonda uyur gibi
Gözleri açık uyur Kızılırmağın suyunda.

(Buraya park edilmez
Edilir bay memur, neden edilmesin
Otomobiller çoğaldı
Çinko, demir, petrol azaldı
Tüketim bay memur, başkaca nasıl açıklanabilir
Siz bilir misiniz ki bin dokuz yüz bilmem kaçta bozuk paralar gümüştendi
Atlı tramvaylar çoktan kalkmıştı
Sinema koltukları katkısız deridendi
Plastik filan yoktu
Gişe önleri ve meyvalı gazozlar deri kokardı
Yağmurlar deri kokardı
Elimden tuttuğu gibi ablam
Sevinçler deri kokardı

Koyu mavisi bir gece yolculuğunu andıran
Birlerce üryani eriğinin sonbaharı
Gibiydi ablamın gözleri
Yoksulluk az da olsa insanlar arası bir yaklaşımdı
Hiç değilse bu vardı
Çok değişti sevginin kullanımı bay memur
Örneğin siz bana niye kızıyorsunuz, ben biliyorum
Ama siz bilmiyorsunuz neden
Böyle öfkeyle çıkıştığınızı
Yeri gelmişken söyleyeyim
Ben de alt tarafı bir şirketin satış memuruyum
İş gereği Doğu’ya gittim bu yıl
Gözlerimle gördüm, inanın bana
Hastalar tabutlarla taşınıyor illere, kasabalara
Hepsi hepsi şu arabayı yanlış park etmişim ne çıkar
İşini bilen biliyor
Bin kişi üretiyor bir kişi yiyor
Her neyse, geçelim bunları şimdi
Ben bu arabayı buraya park ediyorum
İnatçı bir sonbahar gibi.)

Dönelim
Her geçen gün bir açıklamadır
Biz yıllarca önce daha bir bunalırdık
Kullanılmış eşyalar gibi ordan oraya
Taşınır atılırdık
Bir ağır çekimde yüzlerimiz
Şöyleydi
Su içen güvercinler gibi ürkektik, bakışıklıydık
Bir de alkollere düşkündük ki, kınanırdık, niye sanki
Çünkü biz bilmez miydik alkol hiçbir zaman kurtuluş değildi
Üstümüzde bir karabasandı yalnızca
Yalnızca
Bir anlayan olsa anlatırdık gözyaşını da
Hem o zaman gözyaşı bile kınanırdı
Hüzün de kınanırdı, yalnızlık da
Ama çoğumuz bunları yazı
Şiirde, romanda, öyküde yazdı
Örneğin bir roman güzelse biraz
O roman baştan sonra bakımsızdı.

Ve her şey
Bir yudum su içip başını yastığa koyan bir hasta gibi kaldı

Soruldu
Vakit ki neydi
Gene de
Yorgun bir şairin günebakan çiçeği
Gibi ufuklarla beslenen yüreği
Tartışılmaz bir vakitti.

Dönelim
Kaç kişiydik, şimdi pek hatırlamıyorum
Uzun uzun konuştuk bir pazartesiyi.

Edip Cansever

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder