7 Mayıs 2015 Perşembe

muhafazakar şairin atlası: fena



  Dilden dile dolaşan ve sosyal medyada çokça paylaşılan bir şiir vardı: “Mesnevi Okuyup Sigara İçen Mütesettir Kızlar Beni Neden Sevmezler Erkan?”. Süleyman Unutmaz ismini ilk kez bu şiirin altında gördüm.(Bu konuda özeleştiri yapmam gerekiyor. Çünkü 99’dan beri, dergilerde şiirleri yayımlanıyormuş şairin.)
                
  Şiirin tamamını okuduğumda “Helal olsun.” dedim. Çünkü onlarca yılın “kafasını” veren bir şiirdi bu. Lise ve üniversite yıllarında, bir başka şiir daha vermişti bunu bana. Kemal Sayar’ın Sonsuza Dek Sophie’si. Bütün muhafazakâr çevrenin; umutsuz aşkına, ilk vicdan azaplarına, inandığı değerler ve “asla konuşamayacağı kızlara aşklanmak” arasında kalışlarına üzülmüştük o şiirle. Kendimiz hariç değildik. Zaten kendimize üzüldük en çok.
               
   “Mesnevi Okuyup Sigara İçen Mütesettir Kızlar Beni Neden Sevmezler Erkan?” çağına geldiğimizde ise, artık pek çok şey değişmişti. Artık “solcu kızlara aşklanan İslamcı erkeklerin hüznü” diye bir kavramın olmasına gerek yoktu. Çünkü değişen siyasi ortam ile mütesettir kızlar; evlerden Divan Yolu’na inmiş; Türkiye Yazarlar Birliği’nde ve Türk Edebiyatı Vakfı’nda kendini göstermeye başlamıştı. Rengârenk eşarp takmış ve çiçek çiçek açan ahlaklı ve kültürlü kızlar ile şiire ve edebiyata dair konuşabilir, dergiler çıkarabilir, bu süreçte onlara rahatça âşık olabilir ve tabi ki evlenebilirdiniz. Bu şiirin önemli olmasının nedeninin, bunların hepsini tek satırda resmetmesinden ileri geldiğini düşünüyorum. Evet; mesnevi okuyor, sigara içiyor ve bir masanın etrafında sakallı oğlanlarla edebiyata dair sohbet ederken öğle ve ikindi namazı vaktinin masadan sessizce kalktığını önemsemiyor. Ben olsaydım Yeni Türkiye’yi cumhurbaşkanlığı seçimleriyle değil bu dizeyle başlatırdım:
- “Mesnevi Okuyup Sigara İçen Mütesettir Kızlar Beni Neden Sevmezler Erkan?”
                
  Erkan’ı herkesten çok kıskandım. Keşke dedim Erkan olsaydı adım. Herkesin diline pelesenk olsaydım, keşke. Süleyman Unutmaz’ı neden mi kıskanmadım? Aslında ikimizin de sakalı yok, benzerliklerimiz var yani. Fakat; hayatın içinde çok nadir karşılaştığımız insanlar gibi, çayına dişiyle kırdığı yarım şekeri atıyor o. Ben bunu yapamam.
                
  Şiir kitabına gelecek olursak, adı “Fena”. Mustafa Kutlu Beyefendi kitabın adına dair yorumlarda bulunduğu için ben yazmayacağım. “Fena” altı bölümden oluşuyor.
               
   1.Bölüm Münacat: Bu bölümde, “Münacat” başlıklı tek bir şiir var. Anlamını hepimiz biliriz. “Allah’a yakarış”. Allah demişken, Allah’ın yeri kitap boyunca sabit değil. Şunu demek istiyorum: Bu şiirde el açılıp sonsuzluk istenen, kulunu hiç yalnız bırakmayan bir Allah resmedilirken; Allah’ın durduğu yer kitap boyu değişiyor.
Bazen tanrı oluyor: “Nasılsın tanrım?”
Bazen anlaşılmıyor: “Türkçe konuş Ya Rabbi anlamıyorum Sen’i”
Bazen yalnızlık: “Allah’ım sen ve ben varız bu odada”
Bazen sorun: “Tanrının istemediği şiirler nedir?”
Bazen görünen: “Müziği açtığımda tanrı görünecekti”
Bazen soru: “Tanrım henüz kimsenin söylemediği bir dize sende bulunur mu?”
Bazen tespit: “Kendini uzatıyor Allah’ın isimlerine”
Bazen gözlem: “Baktım acemileri gökyüzünde öldürüyor Allah”
               
   Allah ve tanrı ayrımı bariz şekilde göze çarpıyor. Şairin bir güç olarak sığındığında yazdığı kelime Allah iken, bir arkadaş olarak veya şımarık bir oğlan olarak sorguladığında yazdığı kelime, tanrı.
               
   2.Bölüm Çöl Saati: Bölüm adını oldukça zarif buldum. Çünkü bildiğimiz-belki de bilmediğimiz- çölden daha yalnız, daha kimsesiz olduğumuz yerden bahsediyor. Yani modern çölden, içinde yaşadığımız bu vakitten. Çöldeki seraplara benzeyen ve insanı insana susatan akıllı ekranlardan. Doğal olarak, “Mesnevi Okuyup Sigara İçen Mütesettir Kızlar Beni Neden Sevmezler Erkan?” şiiri de bu bölümde. 15 şiir boyunca seyrediyoruz modern çölü: la bohem hayatlar, no mahrem barış çubukları, şairler kız ayarlasın için post moderne ayna tutmak, biraz monna-biraz rosa, adisyonlara incelikle indirmek, cumartesi sabahları, cuma akşamları, romantizm tüccarlığı, şark usulü mihnet, 72 model Michigan ve Clint Eastwood, minyatür sevgiler, edebiyat dergileri, kitap kapakları, halk otobüsleri, kulaklık ve şiir gecesinde şairler…
                
  Bu bölümde, şiir başlıkları da oldukça anlamlı ve dikkat çekici. Sadece bir tanesini söyleyeceğim. Çünkü herhangi bir tanesi bunu ispatlayacak nitelikte.: “Arınma Risalesi”. Özel isimlerin çokluğu, değinmek istediğim diğer mevzu. Zaten, modern çölde olmak da bunu gerektirir: Divan Yolu, Çorlulu Ali, Üç İstanbul, Kurşunlu Medrese, Sultanahmet, Kanuni, Mustafa Kutlu, İsmet Özel, Amerika, İsa, Türkçe, Farsça, İbranice, Sanskritçe..

 Dillere gelmişken, “Neden bir dil olarak Türkçeye bu kadar düşkünsünüz?” demek isterdim şaire.
“Türkçesi olmayan uykular bulmalıyım”
“Ses veriyor Türkçeye o kırgın yapraklarım”
“Ben eski Türkçe sularla akarken”
                
  Bu bölümün en sevimli yeri ise, şairin kahverengi hırkası ve ceketiydi. Süleyman Unutmaz yahut “ceketineşiirleryazanadam”
3.Bölüm ‘Şairin İlk Kitabı’: Bölüm, 5 şiirden oluşuyor. Yalnızlık, aşk ve sevgiliden bahsederken; ahiret, cennet, cehennem giriyor araya. Bölümün son şiiri “Elma”. Bu şiirle, kendimize rağmen kendimizi kovdurmayalım cennetten diye düşünüyoruz.

  4.Bölüm-Ölümün Çocukluk Fotoğrafları: 5 şiir daha. “Nereye varsam beni yüzüm karşılar.” dizesinin etrafında dolaşan bir bölüm. Yüzleşme dersek sert olur; kendini anlama ve kendine varma arayışındaki şiirler toplanmış buraya.

  5.Bölüm-Allah’ın Bütün İsimleri: Bu bölümde, şairin hece ölçüsüyle yazdığı şiirler çıkıyor karşımıza. Hecenin (belki haksız olarak ama gerçek) çağrıştırdığı basitliğin farkında olup onu örtmek ister gibi yazılmış alabildiğine derin şiirler görüyoruz. Bölüm boyunca; Ahmet Hamdi Tanpınar, Ahmet Muhip Dıranas şiirselliğini koklarken en son şiirle Ahmet Haşim’e de selam verilmiş: “Bir Gülün Sonunda Arzu”.

  6.Bölüm-Kavuşma Bitti: 4.bölümdeki “arayış şiirleri” menziline varmış olmalı ki bu bölümde, kendinin farkına varan ve kendini daha iyi tanıyan bir şair görüyoruz. Yalnızlık, kasvet, yas, ölüm, cennet; hepsi kabullenilmiş ve yerine oturmuş. Fakat şair, her zaman “Evet, İsyan” değil midir? Kitabın en son şiiri Kürt’ü böyle yorumlamak gerekiyor. En azından adını. Çünkü bu bir aşk şiiri. Türkçe’nin en güzel ve en hırçın aşk şiiri:
“Kürt beni şefkatinle, beni ekmeğinle böl.”

  İddia ediyorum: Süleyman Unutmaz muhafazakar şairin yeni atlasıdır.


                                                                                                                     Gülhan Tuba ÇELİK - fosforlu elma sayı:1

                 


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder