22 Haziran 2016 Çarşamba

manastırlı hilmi bey'e dördüncü mektup


yıllar geçmedi, yıllar eskidi 
dokunduğum yerde kalıyorum 
yaşlı bir kelebek gibi. 


yeni bir renk buldum bugün, suyun akışı rengi 
oyuğumdan çıktım 
çıkmamı duydum 
bir süre yürüdüm yürüdüm 
hiç kimsenin ağzını dayayıp da 
suyunu içmediği bir çeşme gibi durdum 
durdum ki 
önce bir elektrik mavisi çöktü içime 
sanki bir suya anlatıldım da bilinemedim 
ben 
benzersiz bir geyiği okşar gibi 
sevgisizliği okşayıp geçtim 
yol boyunca insanların 
uzak yakınlığını 
okşayıp geçtim 
sinema girişlerindeki fotoğraflara baktım -bir süre- 
çürük elma kokulu bir sokağa girdim 
küçük bir alana çıktım 
cemal'i okuldan aldım 
sonra.. 
kestiydim saçlarını çoktan 
gözleri bir çift medüza şimdi 
cemal'in 
kurtuluş'ta unutulmuş bir bahçe için 
bahane cemal 
kollan iğreti, kısa 
kır yollan gibi tekdüze bir anlatım yürüyüşünde 
anlamsız 
ve yanyana gelince beton yapılarla 
hep aynı soğuk ve yapışkan hüzün 
yedeğine alıyor ikisini de 
oysa pencerelerden sarkan ışıklar bile 
herbiri başka başka 
acılar başka başka 
her günkü sözler, her günkü konuşmalar 
aynı plaklarda aynı şarkılar 
tutmuyor hiç birbirini 
ve 
mutluluk 
bir kibrit çöpü ne kadarcık yanarsa. 


eski bir lokantadayız hilmi bey 
beyoğlu'nda, arka sokaklarda 
karşıdaki vitrinde 
yeni cilalanmış bir tabut 
bu garip gün sonundan sanki 
pespembe üç haç eklenmiş ağzına 
cemal'in 
sadece pasta yiyor şimdilik 
duvardaki denizkızına bakıyor ara sıra 
bir düğmesi kopuk ceketinin 
tırnakları tertemiz 
gömleği buruşuk -biraz- 
bazı belirtiler bazı belirtilerle buluşunca 
sözleşiyor kafasında insanın: 
bu çocuk beni hiç sevmedi 
sevmeyecek. 
kim kimi sevdi? kim kimle yaşıyor ki? 
bezik oynuyoruz, rakı içiyoruz 
ve konuşmuyoruz gerekmedikçe 
arada mektup yazıyorum sana 
ah, olmayan sana. hiç olmadın ki 
bunu kendime, cemile'ye söylüyoruz. 


bitti yalnızlıklar, bir büyük yalnızlık var artık 
iki kaktüs gibiyiz cemalle ben 
kendi çöllerimizden koparılmış. 


edip cansever

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder