25 Şubat 2017 Cumartesi

katil kim? / senem gezeroğlu





“İnsanın en büyük kişisel sorunu,
ölümü özünün kaybı olarak görmek.
Unutmak, yaşamın içinde yer alan
bir tür ölümdür zaten.”
(Milan Kundera)




Herhangi bir haziran ayının, herhangi bir cuma günü, herhangi bir akşam vakti, 14 yaşındaki ortaokul öğrencisi A.B. kendi evinde, kendi odasında, kendi yatağında ama başkalarının dünyasında ölü olarak bulunur. Filmi geriye saralım. Başkalarının dünyasında ölü bulunan A.B. kendini, kendi dünyasında öldüremeyecek kadar başkalarına bağlı bir genç kızdır. Bağımlıdır kısaca. Öyle eroin filan değil daha beteri, hayal bağımlısı. Günün belirsiz saatlerinde aşırı dozda hayal kurmadan duramaz mesela. Ama bu devirde hayal kurmak senin neyinedir. Bu cümle A.B.’nin iç sesidir. Ölmeden evvel içinden çok kere seslenmiştir: “sanki uzaya gidiiim diyorum, alt tarafı kafe açmak istiyorum ya, annemin adını verdiğim bi kafem olsun istiyorum, çok şey mi istiyorum” kabilinden cümlelerle kendi kendine içlenmiştir. Ancak bu gibi çıkışlar doktor olmasını isteyen babasına ve öğretmen olmasını isteyen üvey annesine pek de işlememiştir. Her şeye rağmen düzen işlemiştir. Sistem bunu gerektirir. A.B. sistemin uşağı olacağına kendi işinin efendisi olmak istemekte; başkalarının dünyalarından, arzularından, baskılarından kaçmak için kendini kek-pasta-börek yapımına vermektedir. Her akşam zamanının büyük dilimini mutfakta geçirir; değişik lezzetler ve sunumlar dener, tatlı tuzlu kurabiler pişirir, öz annesiyle yıllar önce beraber yaptıkları rengârenk pastaları hatırlar, hatırladıkça ağlar, Kadıköy’de annesinin evine yakın bir yerde kafeterya açma planı yapar, adını ceylan koyar, annesinin adı Ceylan’dır. Bu detay önemli midir, çok da değildir. Ama A.B. detaylarla süslediği pastalarının fotoğrafını çekip instagrama atar, annesini etiketler. Öz annesi sandığınız gibi ölmemiştir, sanmadığınız gibi de ölmemiştir, hasılı ölmemiştir, hayatın tam içindedir. Yeni evinde, yeni çocuğuyla, yeni bir dünyanın derdindedir. İkinci evliliğinden olan taze çocuğuyla uğraşırken A.B.’nin kurduğu bayat hayallerle çok da ilgilenebilecek durumda değildir ama olsun, bilse bile yeterlidir. A.B. böyle zamanlarda kendi içinden başkasının dışına doğru hayata kızar, küser, küfreder. Çantasına üzeri küfürlerle dolu ama “lanet olası sistem” diye çevirdiği tuhaf rozetlerden takar. Anlaşıldığı üzere İngilizcesi kötüdür. Edebiyatı da. Öğretmeni “Bilginin efendisi olmak için çalışmanın uşağı olmak gerekir” sözünü açıklayan bir kompozisyon yazmasını istediğinde efendi ve uşak kelimelerini kullanarak kendini, şekerden yapılmış kocaman pastanesinde çalışan pembe kuşaklı uşakların efendisi ve tabii ki biricik prensesi olarak anlatır. O sistemin uşağı olmayacaktır, o kendi sistemini kuracak, kendi dünyasında mutlu yaşayacaktır. Bu düşlerin etkisiyle A.B. yazısında bir dağ başını, ceylanların su içtiği pınarı, pınarın yanı başında çikolatalarla, şekerlerle süslenmiş kulübeye benzer kafeteryasını anlatır. Akabinde hiçbir noktalama işaretini yerinde kullanmadığından ve makale yerine masal yazdığından bir kere daha sıfır alır. O günün akşamında, yaptığı kurabiyelerin resmini çekerek ve #sizhiç #hayallerinizden #sıfıraldınızmı #benbikerealdım #köroldum diyerek instagramda paylaşır. Annesi görmez. A.B. bahsi geçen dönemin sonunda karnesine düşen kırıklardan daha çok kırılarak bir avuç dolusu hapla intihar eder. Haplar rengârenktir. Bu detay gereksizdir ama olsun, bazı gereksiz detaylar öykünün çatısı için önemlidir. Başkalarının çatısından atlayan ama kendi içine düşen A.B. bir kere daha müfredata aykırı düşerek boğulur. Bir ceylan böyle vurulur.

A: Teşbihte hata vardır
B: Hüsn-i talil (tahlil de olabilir)

Soru: “Ne zaman seni düşünsem bir ceylan su içmeye iner” dizesinde aşağıdaki söz sanatlarından hangisi vardır? (Aşağıdakiler yukarıdadır)

Herhangi bir mart ayının, herhangi bir pazar günü, herhangi bir akşam vakti, 18 yaşındaki lise son sınıf öğrencisi B.C. kendi evinde, kendi damında, kendi çatısında ama başkalarının dünyasında ölü olarak bulunur. Filmi geriye saralım. Başkalarının dünyasında ölü bulunan B.C. üniversite sınavlarına hazırlanan genç bir erkektir. Amcasının yanında kalmakta, kendini ara sıra sığıntı gibi hissetse de aynı zamanda bir yadigâr olduğunu da unutmamaktadır. Polis olan babası, yine polis olan amcasıyla birlikte doğu görevini bitirmek üzereyken PKK denen terör örgütünün karakola saldırısı sonucu şehit düşmüştür. Amcasının kollarında can veren babasının son sözleri ise “Oğlum sana emanet, okut, bizim gibi polis…” olmuştur. Olsun mu olmasın mı diye günlerce düşünen, kaderin bir kelimeye getirilen olumsuzluk ekiyle değişebileceğine ve sözün gücüne iman eden amcası, rahmetli polisliği severdi hem şehitlik az şey mi diyerekten yemez, içmez, gezmez, ağlamaz, gülmez sırf bu son istek uğruna yeğenini okutur. B.C. de hem bu vasiyetin hem de bu vaziyetin altında gün be gün ezilerek ama babasının meşalesini devralacak olmanın ümidiyle emek vererek, meşale yerine kalemleri kemirerek, kendini soru bankasına havale ederek, yer yer havale geçirerek, asla ölmeyerek ama zaman zaman şıklara gömülerek, test çözerek, çözülerek, düğümlenerek, eğilerek, bükülerek, büzülerek ders çalışır. Güvercin besler arada. Evlerinin çatı katında. Uçurur. Uçakları güvercinlerle vurur. Yerin yedi kat üstünde değil göğün yedi kat dibinde durur da ne zaman bir uçak geçse yıllar önceki o saldırıyı, o andan sonra havalanan toz bulutlarını, bulutların arasından bölgeye akın eden F-16’ları hatırlayıp tam kalbinden değil tam beyninden vurulur. Hatırlamak beyninden vurulmuşa dönmenin ve beyninden vuruldukça ölmemenin bir diğer adıdır çünkü. Ama B.C. sırf bu acıyı bir daha yaşamamak için, babasının son isteğini yerine getirmek için, damarlarında deli gibi özgürlük ve intikam dolaştığı için, hiç kimseye ve hiçbir sisteme uşaklık yapamayacağı için ve hatta onları da bambaşka güçlerin uşağı gördüğü için, bayrağını vatanın her köşesinde dalgalandırabilmek için. Dalgalanmak ve kanatlanmak için YGS’ye ihtiyacı olmadığını bilse de, o engeli de aşabileceğine inandığı için, için için, içten içe, gündüz gece, her saniye polis olma düşleri kurar. Böyle düşler kurar ama düş kurmak senin neyinedir. Bu cümle B.C.’nin iç sesidir. Ama o, iç sesine kulak asmadan çalışır, çok çalışır, deli gibi çalışır, uşak olmamak için çalışır, uçaklar vurmasın diye çalışır. Sonra bir Pazar günü, heyecandan adını bile unutan B.C.’nin kalbine ÖSYM’nin verdiği rengârenk şekerler saplanır. Bu detay gereksizdir ama olsun, bazı gereksiz detaylar öykünün çatısı için önemlidir. Sınav boyunca soru gibi değil boru gibi tam seksen tane F-16’ya maruz kalan B.C. o günün akşamında, çatı katında, güvercinlerinin yanı başında, babasının vasiyetini defalarca hatırlayıp defalarca beyninden vurulmuşa döner de amcasının silahını tam beynine dayayarak intihar eder. Bir kuş böyle vurulur.

Soru: Yukarıdakilerin hangisinde kuşların sindirim sitemiyle ilgili verilen bilgilerden biri yanlıştır? (Yukarıdakiler soldadır)

B: Ah beni vursalar bir kuş yerine                 
C: Kloak, idrarla dışkının birlikte dışarı atıldığı bir açıklığın adıdır.

Herhangi bir ağustos ayının, herhangi bir pazartesi günü, herhangi bir akşam vakti, 28 yaşındaki C.D. kendi evinde, kendi apartmanında, kendi boşluğunda ama başkalarının dünyasında ölü olarak bulunur. Filmi geriye saralım. Başkalarının dünyasında ölü bulunan C.D. dört yıl önce bir eğitim fakültesinin matematik bölümünden mezun olmuş ama bir türlü atanamamış genç bir adamdır. Değişen sistemler, atama kriterleri ve tarihleri, kopyalar, skandallar, sıralamalar, standart sapmalar, yoldan sapmalar ve birtakım saçmalıklar derken her atama dönemini başarıyla kaçırmış; buna rağmen yılmamış, yıkılmamış, kendini davasına ve sevdasına adamış bir öğretmen adayıdır. Davasına göre o, farklı bir öğretmen olacak, ideallerini yaşatacak, sınıfını hayallerle donatacak, asla ama asla bu maddeleşmiş sistemin uşağı olmayacaktır. Çünkü sistemin kendisi de bir uşaktır ve C.D. uşağa uşaklık yapamayacak kadar onurlu bir adamdır. Bu onurla apartmanın maddi durumu iyi olmayan ama kalbi durumuyla tüm insanlığa fark atan çocuklarına ders vermekte; zaman zaman da köklü, üslü, örüntülü ifadelerin arasına gerçek ve reel bir nişan koyup nişanlısını düşünmektedir. Onunla evleneceği günü, kır düğününü, binecekleri atın tüyünü, tüyün bile yükünü düşlemektedir. Düşlemektedir de bu şartlarda düş kurmak senin neyinedir. Bu cümle C.D.’nin iç sesidir. Ama gerek içte gerekse dışta duyulan tüm sesler seferber olmuş, C.D.’nin nasıl bir hayat yaşaması gerektiği üzerine kafa yormuştur. Eve gelen hanım teyzelerden, sokakta karşılaşılan amcalara, dayılara, abilere ve türevlerine varasıya dek herkes “Senin de yaşın geldi, ufukta düğün yok mu, bi atanaydın gerisi kolay tabii, ee bu sene KPSS de kolaymış, alımlar çokmuş, otuz bin diyolardı ya haberlerde, senin puanın kaçtı, her yıl bi sürü adam alıyolar ya canım, çalışmıyon mu sen, ne barajı, ne branşı, ne sıralaması, hımmm hayırlısı canım, nasip tabii, kısmet bu işler” cinsinden ifadelerle C.D.’nin içinde coşan atlara, içine koşan atlara, şahlanarak kalbi atan ama puanı tutmayan atlara kurşun sıkarlar. Atanamayan değil başkaları tarafından atanmayan atları urganlarla, halatlarla, atları yine atlarla boğarlar. C.D. mahallenin baskısını askıya alır, sabreder. Toplumun ve sistemin uşağı olmamak için sebat eder. İçine atar ama kafasından atamaz, zira kafası atsa, sisteme kafa tutsa bu sefer sistem onu atamaz. Öğretmen olarak. Süreç öyle işler. Atamaların olduğu akşam C.D. çoktan seçmeli bir hayatın apartman boşluğundaki demir askısına takılarak hiç yoktan düşmeli bir iple kendi içine düşer. İp rengârenktir. Bu detay gereksizdir ama olsun, bazı gereksiz detaylar öykünün çatısı için önemlidir. Çatıdan apartman boşluğuna kaçan bir topla, hem de ders verdiği çocuklardan birinin çığlığıyla fark edilen C.D. yelelerinden asılmış bir problem gibi kara duvarda durur. Bir at böyle vurulur.

Soru: Çocukluğunda at çiftliğinde oynarken bir atın tekmelemesi sonucu ayağı kırılan kişinin büyüyünce bütün tüylü hayvanlardan korkması klasik koşullanmada hangi ilke ile açıklanır? (Şıklar her yerde olabilir ki bu da çok şıktır)

C: Ayırt etme
D: Genelleme ya da Allah topunuzun belasını versin

Yılın bazı aylarında, bazı sınavlar sonrasında, Türkiye’de pek şık ve rengârenk ölümler olur. Unutulur. Başkalarının dünyasında yaşamaya devam edenler ise gömülmeden yaşayan azınlıklı çoğunluktur. Onlar her sınav döneminde, toplum içinde ama kendilerinin dışında dönen bir sistemin dişlisinde A.B.C.D.E serisinde, seri hâlde unutulur. Unutmak da bir tür ölümdür. Kimi kendini kimi başkasını öldürür. Ve bu seri cinayetler öyle aleni işlenir ki kimse merak edip de sormaz: Peki katil kim?
E: Uşak.


itibar 64, ocak 2106



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder