26 Eylül 2017 Salı

tadat yeniden, hakan şarkdemir

                                                               


Başlasak kırgın sayfalarda
Anlatmaya uzun uzun ta başından
Kırık bir Türkçeyle anarak bir aşkı
Başlasak açıp kapar gibi kapıları
Başlasak da elbet biliyorum
Kapanacak her kitabın kapağı
Bu kırpık gülümsemelerin kıyısında
Hiç kimsenin çağrılmadığı
Kıyak bir sonla bitecek tadat

Başlayalım yine de tek başına kalsak da
Övmeye bu eşsiz yıkıntıyı

Sayıp dökerek içindekileri yeniden

Dışındakilere taşıyarak sonra en içeri
En ötelere en uca öndekini alıp seçerek
Sanki budur ordular içinde en yenilmezi
Yıkılmışa kanat takmak yetimlere ad


Su taşısak diyoruz bari hiç olmazsa avuç avuç su
Buz tutan ellerimizle barışsa şu kor tutan bir ellerimiz
Bir olsa kapı bir kapı olsa kurtulup menteşelerinden
Bir olsa pencereler ve çatı
Şu sarıldığım bulutu alıp içine çekse ağaç
Bir olsa serildiğim gün ve çimen, kuş ve yağmur
Ve bütün yönler
          erise bir seste bütün yönlerden gelen
Eşya hafif hafif esse bütün yönlere



Ama her şey böyle daha sağlam ve uyum içinde
Sağlam evet sapasağlam bir birliktelikte
Ölümün kendisi bile
Bir rampa yitikler ülkesine
Borçları kesip biçen bir hüküm
Son model bir çimbiçme makinesi gibi
Bir umut arefesi kese kese günlere
Herkesi kaynaştıran bir aile meclisinde
Üzümlerin kasa kasa çekildiği bir mevsim
Birazının sirke yapıldığı birazının hoşaf
Ve kalanının konu komşuya dağıtıldığı
Tatlının kaçırıldığı çocuklardan
Kutsal bir taam vakti,
Beyazın ve karanın birlikte çağırıldığı, görenin ve âmânın
Tandıra sürülmüş yepyeni bir gün
Yüzyılın yağmurları ıslatırken yeryüzünü
Geç kalınmış bir düğün


Bir gün işte o kıyametler gibi bir gün
Ve çocuk felci gibi bir akşamüzeri
Üsküdar’ın sokaklarında yürüyorduk
uc ucaydı bütün parklar uc uca
Bütün tepelerinde İstanbul’un
Doğancılarda, Emirgan’da,
Yıldız’da, Fethi Paşa’da, Beykoz’da
Ya da evimizin önünden akan bir yokuşta
Bir uğultu kopuyordu ağaçlardan
Bir uğultu kopuyordu yaprak yaprak
Mermer basamaklarda bir uğultu
Ve portakal suyunda bile duyuyordum ben bu uğultuyu
Bir hücum borusuydu sanki
Çağırıyordu bizi uzaklardan
uc ucaydı bütün parklar uc uca


Ucucaydı yıldızlar
Gözlerindeki bir pırıltıda
Yeniden doğmuştu sanki
Her şey
Ve biz soluk alırken bu krallıkta,
Gecenin sonu var mı diye bakınıyordu bir el
Bir el bir perdeyi örtüyordu usulca
Bir el öpüp kokluyordu saçlarımı
Biri bir şiir okuyordu bana
Uzanmış yatıyordu kollarımda
Ucucaydı mısralar ucuca


Oysa her şey böyle daha berrak ve mükemmel
Böyle kendi halinde her şey
Kendinde bir şey olarak var ve kendi ismiyle
İşte böyle herkes isteyince bir şeyleri ve terkedince
Ben yine ben oluyorum
Ne güzel ardımda kalan şeyler adım attıkça ben
Ben yine ben oldukça ben yine ben
Hiç özlemiyorum artık hiç birini
İstemiyorum başlayıp tüketsin kendi kendini birden
Ben gelmeden sandalyeleri çekip indirmişler
Boyanmış birkaç tahta parçası, tozu alınmış öteberinin
Karadutlar dökülmüşler yerlere
Açılmış perdeler, odaları doldurmuş menekşeler
Sofrayı kurmuş ve bütün çamaşırları ütülemişsin sen
Bir masa konmuş balkonun köşesine
Sokaklar kurtulmuş o pis sineklerden
Kadınlar pazardan dönmüş
Ve yanıyor mutlaka şehir
Ben gelmeden
Kediler yalanıp duruyor bahçelerde


Oysa ben gelmedikçe her şey daha güzel geliyor bana
Ben yine ben oluyorum
Ben yine ben
İşte böyle kimse beklemeyince beni
Bir kale oluyor bu savunduğum
Bir kale oluyor kimsenin ilişemediği
Bir kale oluyor yine benden ve
Düşüyor bu kale ben istemeden

Hadi ayağa kalk ve yürü dese bir ses
Başla anlatmaya dese düştüğün yerden
Anlatmaya omzunun çürüğünü
uzun uzun yürüdüğünü bu kale çökmeden
bu kaleden gökyüzüne bakarken sen hep baktığını düşünürken
düşerken aklından geçenleri sayıp dökerek
uykuların bir bir kırpılırken
suların serinliğine gömülürken düşlediğin bir günü
anlat onlara kahramanların eve dönüşünü
ve samanyolunu sürüşünü gözlerinin
takımyıldızları kıskandıracak kadar
güzel isimler seçerek bineklerine

Hadi kalk
topla etrafına yıldızları bir bir
onar seğirdimlerini kalenin
açılsın merhaba siperleri
ve selamlıklar çeksin yükümüzü bizim
sen hep böyle güzel
bana hep törenlerle gel
aşkından bahset yüzyıllık yalnızlıkların
körpe sedirden yakacak odunu taşı kışa
has undan aşıma katık, acı baldan acımıza şifa
Yemyeşil bir ferace bırak omuzlarına sevgilinin
Bir ejderin uykusundan başına taç
Beni aç bırakma artık kollarını aç
Bana kar sularından ab-ı hayat içir
Beni soy ellerinle beni giydir

Sen hep böyle güzel gel ve böyle kırgın yüzünle
Böyle olduğun gibi hep
Söyle örtmeden üstünü kamaşan güzelliğin
Söyle bilinsin bir büyük gerçek

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder